3 Aralık 2017 Pazar

Film Dünyası #1

Selaaaammmm Evilin Dünyası'nın saygı değer takipçileri... :)

Kaç yıl geçti aradan ayrı ayrıııı!! :))


Evet uzuuunn bir aradan sonra tekrar bloga yazı yazmak istedim ve güzel filmler izleyip, güzel yorumlar yaparak açılışı yapayım dedim. 

Yeni eve taşınma ve aylarca internetsiz olmak bizi dizilere, filmlere yönlendirdi. İnternet gelir gelmez izlediğim dizileri bitirip kendimi filmlere verdim. :) Şimdi size izlediğim bir kaç filmle ilgili yorum ve düşüncelerimden bahsedeceğim. 


İzleme sırama göre yorumlarımı yapacağım. 

Keyifli okumalar...



UZUN BACAKLI BABA / DADDY LONG LEGS





Young-mi Cha çocukluğunu, ilk aşkının onu bulmasını bekleyerek geçirmiştir. Aslında, tam anlamıyla geçirememiştir. Ailesini küçük yaşta kaybetmesi, Young-mi Cha 'nın çocukluğunu terketmesine yol açmıştır..Yine de hayata pozitif bakmayı becerebilen kız, kadercilik yapmayarak, onurlu bir yaşam sürmek için elinden geldiğince çalışıp çabalamış ve bir yazar olma yolunda ilerlemiştir..Genç kız, üniversite yıllarında esrarengiz biri tarafından yardım görmeye başlar. Young-mi ne zaman bir engelle karşılaşsa yada onu zorlayacak birşey belirse; ''Uzun Bacaklı Baba'' ismini verdiği ve onunla tanışmak için yanıp tutuştuğu esrarengiz kahramanı, sorunu tek hamlede, gizlice ve kökten çözerek genç kızın önünü açmaktadır.



Kitap uyarlaması olan bu film Kore yapımı olup, ilgimizi çekmemizi sağladı. Ne yalan filmden önce böyle bir kitabın var olduğunu bile bilmiyordum. :)

Filme gelecek olursam, çok naif, sürprizlerle dolu, sizi şok içerisinde bırakan ve şaşırtan, sevdiren, böyle aşk var mı sorusunu sorduran bir film. 

İkizim izleyip illa sende izle deyince izledim ve gerçekten fazla bekletmeden izlemek çok iyi oldu çünkü böyle güzel bir film beklerse haksızlık olurdu. 

Uzun bacaklı babayı daha farklı biri beklerken büyük bir sürprizle hiç düşünmediğiniz birisi olması ve neden, nasıl sorusuyla sizi uzun bir kafa karışıklığında bırakan bu film ciddiiiiii anlamda insanı şaşırtıyor. İzlediğiniz de ne demek istediğimi anlayacaksınız, izleyenler zaten anladı. :)

Filmi çok severek izledim, hele ki sevdiğim oyuncuların olan Hyun Bin ve Ha Ji Woo'nun olması artı bir puan oldu benim için. 


İzlemeniz için kesinlikle öneriyorum. :) 



----------



KÖTÜ ÇOCUK 





Daha doğar doğmaz babası tarafından terkedilen Kayla (Afra Saraçoğlu), annesi Nazlı'yla birlikte zor şartlarda büyür. Ancak bu sayede karakterli ve ne istediğini bilen biri olmuştur. Lise yıllarında hiç beklenmedik bir anda babası Vural (Sarp Akkaya) çıkagelir ve onu büyük şehirde daha iyi koşullarda yaşatmak istediğini söyler. Kayla istemeyerek olsa da hiç tanımadığı babasının yanına taşınır. Eski hayatına geri dönebilmek için can atan genç kız, okulun ilk günü yakışıklı ve gizemli Meriç (Tolga Sarıtaş) ile tanışır. Genç adama aşık olan Kayla, eski güzel günlerini Meriç'le bulabileceğine inansa da olaylar farklı şekilde gelişecektir.



Herkesin bildiği üzere Kötü Çocuk bir Wadpatt yazarı olan Büşra Küçük'ün kaleme aldığı ve Ephesus Yayınlarının okuyuculara sunduğu bir kitap. Bundan yıllar önce okuduğumdan filmi de merak ediyordum. 

Kitap çok da hoşuma gitmemişti. Sebebi yazar ve karakterler dışında sanki yabancıların yaşadığı olayları okumuşum gibi olmuştu. Yani bu kitabın küçük yaşta olan okuyucuları var ve aşırı derecede beğeniyorlar. Kitapta geçen ve kültürümüze, yaşantımıza uzak olan bazı şeyleri okurlar normal buluyor. Bu konuda ben sevemedim. Zaten  sonlara doğru üstün körü okuyarak konuyu anladım ve bitirdim kitabı. 

Film olacağı duyurusu yapıldığında oyuncular kimlermiş merak ettim ve baktım, kızı tanımıyordum Tolga'yı ise Güneşin Kızların'da  izlemiştim. ( Severim kendileri hele ki şu an Söz dizisinde oynaması artı puan kazandırdı kendisine. :) ) Burada oynayacağını görünce eh yakışmış dedim ama çok da memnun olduğum söylenemezdi.

İkizim vizyona girdiğinde gidelim diye çok diretti ama kabul etmedim. Çünkü yukarıda ki afiş size ne hatırlatır bilmiyorum ama bana direk Alacakaranlık film afişini anımsatmaktan çok tıpkısının aynısı yapmışlar dedirtti. Sizce de öyle değil mi?
Bu sebepten ve Twilight team olduğumdan ötürü içimde bir kin oluştu, hele hele filmin başlangıcında Alacakaranlığa atıfta bulunmaları beni daha bir sinir etti.
İster doğru bulun ister bulmayın ama kitabın ve filmin başlangıcını Alacakaranalığa benzetmişler ve üstüne üstlük afişin aynısını yapmışlar. Yani benzemiyor diyenler sözlerinin ne kadar arkasında duruyorlar merak ediyorum?

Bu kadar söze sizce filmi nasıl bulmuşumdur? İlk olarak kız okey ama Tolga olmamış! Bunu tanıtımlarda anlamadığım için filmi izledikten sonra kafama dank etti...

Film kitabın yabancı versiyonu gibi olmamıştı, daha bir Türk işiydi. :)) Senaryoyu yazanlar bu konu da düşünceli davranmış tebrik ederim...

Filmin devamı var sözde, bakalım gelecek mi?


Tavsiye edecek miyim bilmiyorum çünkü renkler ve zevkler tartışılmaz. Belki benim düşüncemi doğru bulmayanlar olacak, bu sebeple izlemek isteyenlere olumsuz bir yorum olmamıştır umarım. :)

İzlemek isteyenlere izlemeyin demem çünkü ben beğenmemiş olabilirim fakat beğenen çok kişi de olabilir.






----------




KARANLIK GÖLGELER / DARK SHADOWS





1752 yılında küçük oğlu Barnabas ile birlikte Joshua ve Naomi Collins çifti yeni bir hayata başlamak için Liverpooldan Amerika'ya taşınırlar.
Ama koca bir okyanus bile aileyi rahatsız eden gizemli kabustan kaçmak için yeterli değildir. Şehirde 20 yıl geçirir.Ama köklü playboy Angelique Bouchard un kalbini kırmışlardır.
Angelique Bouchard barnabası vampire çevirip mezara hapsetmiştir. İki yüzyıl sonra Barnabas mezarından yanlışlıkla serbest kalmışıtr. Ve gelişmiş 1972 dünyasında tekrardan dirilir.



1752 yılında vampire dönüştürülüp, yüzyıllar boyunca bir taputun içinde tutsak olup ve modern çağa adım atsanız ne yapardınız? :) 



Fakat konumuz bu değil ama keşke bu konudan gitseydi süper komedi bir şey olurdu. :) 
Bu şekilde başlamam filmi benim açımdan cazip kılan bölümleriydi çünkü etrafta şaşkınlık içerisin de dolanan bir vampir var ve her şeye öyle bir yabancı ve korkak ki insanın kahkaha atası geliyor.



Ne komik sahneler vardı yaa, tipe bak. :D




Johnny Depp dehşet bir oyuncu, hele ki vampir olması daha bir çekicilik katmış. :D 


Film fantastik tür bakımından başarılı olmuş, ben beğendim. İzlemek isteyenlere tavsiye edebilirim. ;)





----------



AYNI YILDIZIN ALTINDA / FAULT IN OUR STARS



Hazel ve Gus, kanserle ilgili bir destek grubunda tanışırlar. Hazel oksijen makinesine bağlı yaşayan bir kız, Gus ise protez bacağıyla dalga geçen bir erkektir, bu tanışma sonrası mucizevi bir aşk başlar.


Kitabını okuduğumda baya bir üzülüp ağladım ve film de beni baya bir üzdü.Okumak ve filmi izlemek çok ayrı aslında ama bu hem filmde hem kitapta aynı duyguları yaşattı bana.





İki usta oyuncunun bu zor karakterlere bürünmesi ve hakkıyla oynamaları zaten filmi en iyi yapanlar arasında yer alıyor, her bir duyguyu biz seyircilere yansıtmaları taktire şayan. 




Ahh August ahh sen başka bir şeydin. <3


Herkesin izlediğini varsayıyor, izlemeyenlere şiddetle öneriyorum...



----------



SENDEN ÖNCE BEN / ME BEFORE YOU



Will Traynor (Sam Claflin) zengin, başarılı, yakışıklı, yaşamayı seven ve istediği her şeye sahip olan genç bir adamdır. Ancak talihsiz bir motosiklet kazası sonrası felç kalınca yaşama hevesini kaybetmiş, ölmeyi düşünmeye başlamıştır. Louisa Clark (Emilia Clarke) ise bir kafede garsonluk yapan, hayatta fazla bir başarısı ve beklentisi olmayan, her daim ablasının gölgesinde kalmış bir kadındır. Lou kafedeki işini kaybedince yeni bir iş aramaya başlar ve Will'in bakıcısı olarak çalışmaya işe alınır. Son derece kültürlü ve donanımlı biri olan Will, Louisa'yı önce küçümsese de genç kadının varlığı ona yaşama sevinci vermeye başlar. Aralarında kurulan bu arkadaşlık ve yakınlık, ikisini de çok değiştirecektir.




Bu filmi ilk çıktığı zamandan beri bekleyen ben çok geç bir zamanda izledi. Çünkü kitabı okumamıştım. Kitabı okuyup hemen izlemeliyim dedim ve öylede yaptım fakat iyi mi yaptım bilemiyorum çünkü kitap ve film tıpa tıp AYNI! Nasıl şaşılacak bir durum değil mi? Genelde filmi kitaba benzetemedikleri için bu filmiizleyince insan bir an şaşırıyor. Bu şekilde olunca da filmi izleyince pek de etkilenmedim ne yazık ki. Zaten aynı sahneler kafamda canlandı, cümleler birebir aynı, e daha izleyince ne hissedeyim ki?

Yani demem o ki film muhteşem hele ki Sam varken nasıl muhteşem olmasın ama benim zamansız izleyişim filmin ben de olumlu etki yaratmamasına sebep oldu. Siz siz olun kitabı okuyup baya bir zaman sonra filmi izleyin. Ben biraz sonuna karşı sitemli olduğum için filmde o sahnenin değişmesini umarak, boş umutlara kapılıp hayal kırıklığına uğradığımdan içimde bastıramadığım öfke var. -_-





Tabii ben tekrar izlerim, çok sevdim. Oyuncular süper, o kadar iyi bir şekilde karakterlere bürünmüşler ki hayran olmamak elde değil. Duygusal bir film izlemek istiyorum diyenlere öneririm. Muhteşem bir filmdi. ( Sonu hariç.)






----------




KOCAN KADAR KONUŞ / DİRİLİŞ


İlk filmin üzerinden 1 yıl bile geçmeden ikincisi çekilen Kocan Kadar Konuş'un devam filmi "Diriliş"te, Efsun ile Sinan'ın düğün telaşına tanık oluyoruz. Efsun'un ailesi, özellikle Peyker Hanım ile Sinan'ın düğün için ortaya çıkan babaannesi Cavide Hanım arasındaki zaman zaman sert, zaman zaman eğlenceli rekabet filmin ana konusunu oluşturuyor.


Türk sinemasını izlemek bana keyif veriyor abi, argolu bir film değilse tabii çünkü Türk sineması artık işi argolu, bel altı şakalarıyla insanları (!) gülme krizine soktukları için ben pek izlemek istemiyorum. Filmler bu kadar ayak altına alınmamalı az biraz özgün olun ya. Millet ne filmler çekiyor biz hala Recep İvediğin o saçma sapan, iğrenç hallerine gülüyoruz. Cidden çok yazık.

Neyse konuyu baya uzattım, gelelim esas konuya. Kocan Kadar Konuş serisi kitaptan uyarlanan, aile baskısını komik bir dille anlatan güzel bir seri. Fakat nedense filmleri daha güzel. Tabii ki kitabını okudum fakat filmler daha komik geldi bana. 


Zaten filmde Ezgi Mola oynuyor bu bile filmin süper olmasını sağlıyor. Öyle güzel, muhteşem oyunculuğu var ki filmi izlemeye tek sebep bile olabilir. <3

Tabii Murat Yıldırım'ı es geçebilir miyim? Kesinlikle karakterin hakkını veriyor. Filmi izlemek için alın size iki sebep. Eh bir de Türk kızlarının sorunu olan evlilik baskısı konu olunca tadından yenmiyor. 


Ben çok beğenerek izledim. Efsun'un başına gelen türlü olaylar ve bu olaylara verdiği komik tepkiler süperdi. Sonu tabii farklı bir işleyişle ilerledi ama sebebini gayet iyi bir şekilde anlıyor ve hak veriyoruz. 


Şu evlenme teklifi olaydıııııı!! :D 



Aslında film bize çok şey anlatıyor tabii anlamak isteyene. ;)

İzlemeyenlere ve izlemek isteyenlere şiddetle öneririm...




----------




BRIDGET JONES'UN BEBEĞİ / BRIDGET JONES'S BABY

Artık 40'lı yaşlarına gelmiş olan Bridget Jones'un (Renee Zellweger) hayatında uzun bir aradan sonra her şey nispeten yolundaymış gibi görünmektedir. Mark Darcy'den (Colin Firth) ayrıldıktan sonra kendini işine adamış, başka birşeye kafayı çok takmadan çalışmaktadır. Belki de yıllar sonra ilk kez hayatının mutlak kontrolünü eline geçirmiştir. Ancak bu durum, Darcy'nin 180 derece tersi bir karakterdeki Amerikalı Jack Qwant (Patrick Dempsey) ile tanışana dek sürecektir. Amerikalı'dan etkilenen, ancak Darcy'den de tamamen vazgeçemeyen Jones'un hayatı, hamile olduğunu öğrenmesiyle bambaşka bir seyre girer. Tabii bir sorun daha vardır, bebeğin babasının bu iki adamın hangisinden olduğundan emin değildir.



Evet evet şaşırmayın Bridget hala sakar, komik ve yaşlanmış ve hamileeee!!


Serinin hayranı olarak her filmi keyifle izleyenlerdenim. Bu filmde keyif verenlerden biri çünkü Bridget uzun zaman sonra aramıza döndü. Tabii biraz yaşlanmış ama yine de güzel ve daha zayıf. :D



Filmi ben çok sevdim hele ki kadroda hala Colin Firth varken nasıl sevmem. <3 Tabii oda yaşlanmış, çökmüş ama hala karizmanın dibi. <3

Şimdik Bridget hamile diyoruz ama kimden? Aslında herkes Colin demek istiyor duyar gibiyim fakat bir adayımız daha var. Bu yüzden olaylar daha bir karmaşık ve komik oluyor. Ve siz iki adayın arasından kalıyorsunuz bu olsun ya da şu olsun diye. :) Tabii ben arada kalmadım çünkü ben zaten Colin'i seçmiştim. :D

İzlemeyen var mıııı??? İzlemeyenler izleyin, az gülün  şu Bridget'a ve çok şey öğrenin. :))




----------




 4N1K




Yaprak (Gözde Mutluer) çocukluk yıllarından beri yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen 5 kişilik arkadaş grubundaki tek kızdır. Ali, Sinan, Gökhan ve Oğuz'un yanında adeta erkek gibi büyüyen Yaprak, Barış (Burak Yörük) ile tanışmasının ardından bambaşka bir dünyayla tanışır. Yaşıtı genç kızların dünyasını ve kendisini daha iyi tanıması gereken yapmak, bir seçim yapma aşamasına gelecektir.



Kitaptan uyarlanan bir filmle tekrar karşınızdayım. Kitabı okudum mu? Hayır okumadım. Nedense almak için kendimizi parçalamadık, nedenini bilemiyoruz ama çok da istemedik okumak için. Ama şimdi istiyorum fakat yine almak için pek icraat yok. :))


Filmi vizyondayken izledik, sinemanın yaşattığı o atmosferle filmi farklı bir şekilde görüyoruz fakat film çok iyi değilse atmosfer bile kurtarmıyor. İşte 4N1K da böyle oldu. İlk yarı süper ama ikinci yarıda film sönükleşmeye başladı. Sebebi de belli ilk yarıda filmin ismi gibi arkadaş ortamı, yapılan salakça ve güldüren şeyler. Ama ikinci yarı hoop döndü aşka işte bu da filmin sonlarını düşüşe geçirdi. 

Ben daha çok arkadaş ortamını görmek isterdim ama ne yazık ki bu şekilde devam etti.  Yani filmi yürüten arkadaşlıkken neden nedeeeennn sadece Yaprak'ın aşk üçgenini izledik ki?

Neyse zaten dizi olacakmış mış. Bakalım nasıl olacak tabii yayınlanırsa. Komik şeyler izlemek isteyenlere önerebilirim. :)


Ayrıca filmdeki favorim çiftim bunlar, diğer oğlanı sevmedim ben.-_- 




----------




Eveett yorumların sonuna geldik. 
Filmeri uzuuuuuuunnnn zaman önce izlesem de ve yeni yorum yapma fırsatım olsa da sonuna güç bela gelebildim. :D 

Eğer ki filmlere farklı yorumlarda bulunan okurlar olursa yorumlarınızı bekliyorum. :) 

Keyifli seyirler olsun. Tekrar film yorumlarımla görüşmek üzere, sevgiyle kalın...






Tüm film konuları sinemalar.com'dan alıntıdır.

21 Ekim 2017 Cumartesi

Prensesim//Hyun Kyung Sohn (Okuyan Kızlar Kulübü 51.Blog Tur) Kitap Tanıtımı^^


 Herkese merhabalar^^
OKK'nin Blog Turuna konuk olarak karşınızdayım. :)
Bir Kore fanı olarak beni de bu tura davet ettiler ve tabiisi kabul ettim. :)

Gelelim turumuzun detaylarına;



Kitabımızı Tanıyalım^^




İmparatorluk hanedanında tatlı, eşsiz bir aşk! Seol hiçbir zaman Kore Krallığı'nın bir prensesi olmayı dilememişti. Aslında birçok part-time işte çalışan bir öğrenciden başka bir şey değildi. Kaderin cilvesiyle Seol, kendisini sarayda bulur ve prenses olma etiği üzerine ders almaya başlar. Sürpriz bir şekilde bu dersleri kendisine veren kişi de daha önce Seol'un başını derde sokan diplomat Hae Young olur. Görünüşe göre, Hae Young da Seol'a ders verme konusunda çok masum değildir. Kraliyet hazinesine  ulaşabilmek adına, Seol'u saraydan atmak için elinden geleni ardına koymayacaktır. Fakat farkında olmadan gün geçtikçe birbirine daha yakınlaşır ve bağlanırlar. Acaba Hae Young kraliyet hazinesinin peşinden koşmayı bırakıp Seol'u tercih edecek midir? Prensesim, hem Güney Kore hem de uluslararası boyutta izleyicileri tarafından çok sevilen tatlı ve unutulmaz bir romantik komedi dizisidir. 




Tur Takvimimiz^^


21.10.2017
Duyuru – Takvim – Çekiliş

22.10.2017
Fighting!!- Prenses ve Yaverleri.
Evil'in Dünyası - Ön Okuma.

23.10.2017
Kütüphanemden Kitap ManzaralarıGüney Kore Dizilerinden Uyarlama Kitaplar


24.10.2017
Yorum



ÇEKİLİŞ!!

1 kişiye hediye ettiğimiz kitabımızı kazanmak isteyenleri Okuyan Kızlar Kulübü Instagram sayfasına bekliyoruz ;) 




Katkılarından dolayı Olimpos Yayınlarına teşekkür ederiz.


25 Temmuz 2017 Salı

OKK // Distopya Okuma Etkinliği / The 100 - Kass Morgan Kitap Yorumu




Herkese merhabaaaa!!!


Uzun zamandan sonra sizlerle güzel mi güzel bir etkinlikle karşınızdayım. ^^ 

Okuyan Kızlar Kulübü'nün Distopya türü kitapları okuma etkinliğine -distopya türüne aşık olan- beni de davet ettiler. Tabiisi kabul ettim, etmemek elde mi? 

Distopya türün de yeni yaşanılabilecek dünya kurulması, gelişen teknoloji vs hepsi gerçekçi olduğu için çok sevenlerdenim. Çoğu distopya kitaba elimden geldiğince şans veririm çoğunu da çok severek okurum. 

Ben de merak ettiğim ve uzun zamandır kitaplığım da duran, severek okunan The 100 kitabını okumaya karar verdim. Son görev olarak biz konuklarla beraber yorumlar giriliyor. Ben de yorumumu girerek bu güzel etkinliği bitireceğiz. ^^ 

Şimdiden söylemeliyim ki beni bu güzel etkinliğe kattıkları için kocaman teşekkürler. <3


Şimdi yorumuma geçebilirim...







Onlar Yalancı, Onlar Hırsız, Onlar Asi, Onlar Kahraman Onlar İnsanlığın Kaderini Belirleyecek 100 Genç...




Yaşanan nükleer felaket dünyanın sonunu getirmiş, bu büyük felaketten sağ kurtulan insanlar 300 yıl boyunca Dünya'nın yörüngesindeki bir uzay gemisinde varlıklarını sürdürmüştür. Tükenmeye yüz tutan kaynaklarla koloniyi ayakta tutmaya çalışan yöneticiler, nüfusu kontrol altında tutmak için en sert tedbirleri almakta, hafif suçlar için bile idam cezası uygulanmaktadır. Öyle ki çocuk suçlular on sekiz yaşına geldiklerinde idam edilmektedir. Ama ölümlerini bekleyen bu gençlerin artık çok önemli bir görevi vardır. Gözden çıkarılmış genç suçlulardan oluşan 100 kişilik bir ekip, geçen zaman içinde yerleşime hazır hale gelip gelmediğini test etmek için Dünya'ya gönderilecektir. Koloninin geleceği, onların elindedir. 




100 ekibi farklılıklarını, geçmiş hesaplaşmalarını bir kenara bırakıp birleşmeli ve bilinmezlerle dolu Dünya'da hayatta kalmaya çalışmalıdır. Ama ihanetler, sırlar, henüz bitmemiş ve yeni başlayan aşklar gün yüzüne çıktıkça bir arada kalmaları gittikçe zorlaşacaktır.



Sayfa Sayısı: 300

Baskı Yılı: 2014

Yayınevi: GO!



--------------------------------


Tanıtımımız bu şekilde. Farklı bir konusu olduğunu söyleyemem çünkü son zamanlarda uzay da yaşamalar, dünyanın yok olması vs bilinen konulardan artık. Tek fark bu kitapta 100 çocuk diyebileceğimiz suçlunun dünyaya gönderilmesi. Kitap da fark yaratan da bu. Az sayfası, akıcı olması ve bölümlerin kısa kısa olması okuyuculara kolay bir okuma sağlıyor.

Konuya çok fazla girmek istemiyorum. Zaten tanıtım yeterince bilgi veriyor geri kalansa yaşanan olaylar. 

Kitap da beni en çok sinir eden bir karakterler vardı , özellikle Clarke >-< 


Çoğu yerde Clarke hak verdim ama genelde kızdım, hiç anlaşılacak bir tarafı yok yani Wells'in onun için yaptıklarına bakarsan haklı fakat bazı durumlarda ona hak vermesi gerekirken daha bir sinir oluyor. Diğer kitaplar da değişen bir şey olmayacakmış gibi gözüküyor ama okuyup öğreneceğiz. 



Geçmiş ve şimdi ki zaman olarak her bölüm ikiye ayrılmış. Her bir karakterin yaşadığı zorluklar, neden suç işlediklerini okuyoruz. Beni hepsi de üzdü ama Glass sevdiğim karakter olduğu için sanırım ona daha çok üzüldüm. Öyle bir bitti ki kitap özellikle Glass ne yapacak çok merak ediyorum. 

Karakterler için dünya pek de umdukları gibi çıkmadığı için ne yapacaklar çok merak edilesi. Fakat şu var ki neden bu kadar ince bir kitap? Tamam konunun çok derine inmemiş iyi hoş ama tam kitaba adapte olmuşken bitmesi. 




Diğer kitaplar da konu nasıl ilerleyecek, nasıl devam edecek, dünya da beklenmedik olaylar yaşanırken bu gençler nasıl hayatta kalacak? İşte bunlar hep devam kitapların da ama ben okuyacak mıyım evet ama şu yakın zaman da değil. 



 Serinin bir de dizisi var. Ben kitabı okumaya başladığım zaman öğrendim. Öncesin de bir bilgim yoktu. Kapakta ki kişiler sanırım dizide ki karakterler. Pek emin değilim. :)











Yorumumun sonuna gelmiş bulunmaktayız. Kısa ve öz bir yorum olduğunu ümit ediyorum. :)





Şimdi sıra alıntılarda...



#1


Clarke, gardiyanın elinden kurtulmaya çalışırken, "Nereye vardığımda?" diye homurdandı. 

"Hapishaneyi bugün boşaltıyoruz," dedi Dr. Lahiri. "Yüz şanslı suçlu, tarih yazma fırsatını yakalıyor." Ağzının köşeleri kıvrılarak bir sırıtmaya dönüştü. "Dünya'ya gidiyorsun."


--------------------


#2


"Aklından ne geçiyordu?" diye sordu Şansölye, kuşkuyla. "Bütün salonu yakabilirdin, içindeki herkesi öldürebilirdin."

Yalan söylemek daha iyiydi. Babasını, bunu meydan okumak için yaptığına inandırması daha kolaydı. Belki de uyuşturucunun etkisindeymiş numarası yapmalıydı. Şansölye'ye göre her iki senaryo da her şeyi bir kız için riske attığı gerçeğinden daha mantıklıydı. 


--------------------


#3

"İniş gemisine binmeme izin verin, yoksa onu vururum!"

Güverte, horozları çekilen bir düzine silahın sesi dışında sessizliğe bürünmüştü."

Otu< saniye içinde, Bellamy ya Octavia ile Dünya'ya gidecek ya da bir ceset torbası içinde Walden'a dönecekti.


--------------------


#4


Hücresinden fırlatma rampasına kadar olan uzun yürüyüşteki hissizlik, ardında belli belirsin bir umut izi bırakarak, güneşin yanından geçen bir kuyruklu yıldız gibi eriyip gitti.

O buraya ait değildi. Tarihi bir maceraya atılacakmış gibi davranamazdı. İniş gemisi ana gemiden ayrıldığı anda, kalbi parçalanmaya başlayacaktı. Heyecan ve dehşet içinde birden, bu benim son şansım, diye düşündü.


-------------------- 



Alıntılarla birlikte yazımın sonuna gelmiş bulunmaktayım. Kitabı farklı konu arayanlar için öneririm. ;)



Etkinlikte OKK üyelerinin ve benim gibi konuk okuyucu olan One Better Day'in okudukları distopya kitaplarına yaptıkları yorumlarına altta ki linklerden ulaşabilirsiniz. 


Kitap Tutkusu - Kızıl Yükseliş/Pierce Brown
Kütüphanemden Kitap Manzaraları - Fahrenheit 451/Ray Bradbury
Fighting!! - Labirent:Ölümcül Kaçış/James Dashner
One Better Day - Kül/Darci Manley
Evil'in Dünyası - The 100/Kass Morgan


Tekrardan beni OKK Distopya Etkinliğine davet ettikleri için Okuyan Kızlar Kulübü üyelerine sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. <3



Saygılar, sevgiler, bol kitaplı günler dilerim. ^^